24.06.2022, 07:19

LGS Birincileri Müzik Dinler Mi?

2017-2018 eğitim yılından beri Liselere Geçiş Sistemi (LGS) için yapılan sınav ile orta öğretim yaşındaki çocuklar girecekleri liseyi belirleyecek bir sınava hazırlanıyor. Bu sınavdaki başarının çocuklarının ilerideki yıllardaki başarısını önemli derecede etkileyeceğini düşünen veliler, çocuklarının bu sınavda başarılı olması için ellerinden geleni yapıyorlar. Buraya kadar, dünyadaki birçok ülkedeki sistem ile bir şekilde benzerlik olduğu düşünülebilir. Ancak, bu sınavda üst dereceleri almak için veya başarılı sayılabilmek için hata yapmamanız gerekiyor. Nitekim her sınavda çok sayıda öğrenci tüm soruları doğru yanıtlıyor (2021’de 97, 2020’de 181 öğrenci). Bunun ülke genelindeki etkisiyse çocukların hepsinin çok iyi anladığı şu mesaj: “Asla hata yapma!”

Ülkemizin stratejik planlamalarında ve yüksek öğretim ve sanayi hedeflerinde önde gelen bir başlık Ar-Ge uzun süreden beri. Son yıllarda “Baykar” tarafından geliştirilen “Bayraktar”insansız hava araçlarında olduğu gibi teknolojik başarıların kamuoyunda ilgi çektiği aşikâr. Nitekim Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK) geçtiğimiz yıllarda Ar-Ge öncelikli üniversiteleri gruplayarak önde gelen üniversiteleri daha da teşvik edecek bazı önlemler aldı. Acaba, ülkemizi araştırma alanında neler bekliyor?

OECD ülkelerinde eğitim alan öğrencileri kendi dillerindeki okuma-anlama becerileri, matematik ve fen alanındaki bilgilerini ölçen PISA sınav sonuçlarına göre öğrencilerimiz en alt sıralarda yer alıyorlar. LGS sınavında neredeyse hata yapmamak üzere eğitilen bu çocuklar PISA sınavında neden çuvallıyor? Aslında en iyi öğrendikleri şey yüzünden: Hata yapmamak. Hata yapmamak üzere güdülenen çocuk giderek analitik özelliklerini kaybediyor. Haznesine aldığı ve öğrendiği şablon dâhilindeki konularda çok etkili olup hatasız veya en az hatayla yüksek dereceler almak üzere eğitim alan çocuklarımız, hata yaparak ilerlenebilen analitik sahada sudan çıkmış balığa dönüyorlar. Çünkü analiz yapabilmek için sadece doğru değil yanlış verilere de ihtiyacınız olur. Örneğin, bir tarlada meyve yetiştirdiğiniz ve ürettiğinizi bir robotun sadece olgun olan meyveleri toplamak üzere programlanması gerektiğini düşünelim. Bu robotu yönetmek üzere kuracağınız yapay zekânın başlangıç döneminde tam olgunlaşmamış meyveleri de toplayacağını kabul etmelisiniz. Toplanan meyve sayısı artıkça ve robota olgun ve olgun olmayan meyveler tanıtıldıkça daha başarılı sonuçlar alınacaktır. Eğer, robotumuz LGS eğitiminden geçen bir robot olsa hiç olgunlaşmamış meyve toplamamasını isteyerek ve muhtemelen bir kısım meyveyi bu yüzden çürüterek kaybedecektir. Benzer bir örneği satranç öğrenen farklı yapay zekâ programlarında gördük. 1997 yılında “Deep Blue” adlı yapay zeka ile işletilen bilgisayar, Garri Kasparov karşısında nihayet bir maç kazanabilmişti. Bundan sonra birçok yapay zekâ programı ile üstün satranç başarı örnekleri verildi. Bunların hepsinde, yapay zekânın bilinen birçok satranç hamleleriyle beslendiği (yani eğitildiği) bir süreç gerekliydi. Bu durum Alphazero ile tamamen değişti. Alphazero, satranç hakkında hiçbir veri yüklenmeden oynamaya başladığı satrancı yaklaşık dört saat içinde karşısına gelen en iyi yapay zekâ programlarını yenecek şekilde öğrendi. Alphazero, günümüzde hala en iyi satranç motoru olarak hizmet veriyor. Peki, Alphazero bize ne söylüyor eğitim sistemimiz ve LGS hakkında?

En çok izlenen TED konuşmalarından birinde Ken Robinson, eğitim ile ilgili en büyük sorunu ortaya koyar: Hakkında hiçbir şey bilmediğimiz bir geleceğe hazırladığımız çocuklarımıza ne öğretmeliyiz? Muhtemelen yanıt Alphazero deneyiminde gizli. Çocuklarımıza hiçbir şey öğretmemize gerek yok! En azından bugün “öğretmek” deyince anladığımız manada. Çocukların öğrenmeyi öğrenmesi gerekiyor. Birçok rutin işimizi yapay zekâ ve robotlara devredeceğimiz çok da uzak olmayan gelecekte, çocuklarımızın analitik zekâya ve büyük bilgi yığınlarından sentez yapmayı öğrenmeye ihtiyaçları var. Ezber bilgileri, en ala şekilde hafızasına almalarına rağmen açık bir farkla kaybeden diğer satranç motorları gibi, sınavı ezber yaparak, soru tiplerini bilerek kazanan çocukların gelecekte pek bir şansı olamayacak ne yazık ki.

Bu durumun sadece teknoloji, sanayi ve ekonomiye etkisi olacağını zannetmeyelim. Yaratıcı zekâ sadece fen ve matematik alanlarında gerekmiyor. Bize verilen sabit durumu reddetmek gerekiyor ilk başta. Ancak o zaman hem kendimizi daha iyi ifade edebiliyoruz hem de amacımıza beklenenden daha da güzel bir şekilde ulaşıyoruz. Bu tür sıçramaya örnek olarak iki muhteşem yapıttan bahsetmek yerinde olacaktır. Bunlardan ilki Sultan Veled’in sözlerini yazdığı Niyaz İlahisi. Gerçekten tekke müziğinin en üstün örneklerinden olan bu ilahiyi internet üzerinden dinlemeniz mümkün. Sultan Veled’in yıllara meydan okuyan muhteşem şiirinde Allah aşkı ve bu aşkın dervişi onunla bir olmaya nasıl çağırdığı çok güzel anlatılıyor. Bu birlik duygusu, müzikteki birlikte de kendini gösteriyor. Ney, sazlar ve vurmalıların sanki tek bir sesmişçesine sizi ulvi bir “Birlik” haline taşıdığını her zerrenizde hissedebiliyorsunuz. Tekke terbiyesi almış bir sesin ileteceği sözlerde ise Sultan Veled asırları aşıp bize sesleniyor:

Dinle sözümü sana direm özge edâdır

Derviş olana lâzım olan aşk-ı Hudâ’dır

Âşıkın nesi var ise ma’şûka fedadır

Sema safâ, câna şifâ, ruha gıdadır.

Sultan Veled’den dört yüzyıldan daha fazla süre geçtikten sonra George Frideric Handel ise başka bir hikâye yazıyor İngiltere’de. İncil’de Vahiy Kitabının (Book of Revelation) bölümlerinden esinlenerek bestelediği ve İsa’nın hayatını anlatan “Messiah” Oratoryosunun özellikle “Hallelujah” adlı koral parçası çok ünlüdür. Burada, Haendel, aslında Sultan Veled’e benzer bir şekilde Tanrı’nın tek hükümdar olduğunu anlatır. Ancak müzik çok başka bir hikâye anlatmaktadır. Müzik artık, toplumun çeşitliliğine paralel bir şekilde çoksesli hale gelmiş, bir armoni oluşturarak sonuçlandırdığı sesin tekliğiyle Tanrı’nın birliği mesajı verilmektedir. Böylece Haendel, hiçbir sosyoloji bilgisi olmadan, bir sanatçı öngörüsüyle çok sesliliğin birliğini bize sunar. Bu yaratıcı zihinlerin hata yapmadan çıkması mümkün değildir. Sultan Veled nasıl ki ilk seferinde Niyaz İlahisini yazamadıysa, Haendel nasıl bir günde çok sesli bir oratoryo besteleyemediyse, çocuklarımız da düşmeden yürümeyi öğrenemeyeceklerdir.

Güzel bir gelecek arzuluyorsak, başarılarla, keşifler ve icatlarla ülkemizi kalkındırmak istiyorsak, câna şifâ ve ruha gıda şeyler istiyorsak hayatımızda çocuklarımıza hata yapmayı öğretelim. Öğrencilerimizi soru sormaya teşvik edelim. Birbirimize itiraz etmeye alıştıralım kendimizi. Analitik zekâmızı geliştirmeden herhangi bir sentez yapmamız mümkün olamayacak. Ezberlemekle geçirdiğimiz yıllarımızı bir program birkaç saat içinde elimizden alacak. O zaman ezberledikleri bilginin bir çöpten başka bir şey olmadığını anlayacağız.

Prof. Dr. Adil Polat

Haziran 2022

Bağcılar, İstanbul

Yorumlar (0)