08.08.2022, 10:07

Çalınan Sorular ve Tahsin Yücel’e Saygı Duruşu

Ülkemizin önde gelen çevirmen ve yazarlarından biri olan Tahsin Yücel, "Salaklık Üstüne Deneme" adlı kitabında trajikomik bir sınav hikâyesi anlatır. Üniversitede verdiği Fransızca dersi için yaptığı sınavda iki öğrencinin sınav kâğıtları birebir aynı yanıtlarla verilmiştir. Sınavın klasik bir sınav olması itibariyle, kopya çekildiğine hükmeder ve her iki öğrenciye sıfır verir. Sonuçlara itiraz eden iki öğrenci ağlayarak Tahsin Yücel’in odasına gelirler ve asla kopya çekmediklerini, hatta bu suçlamayı bile bir hakaret olarak kabul ettiklerini söylerler. Çocuklar çok samimi görünmektedir ve Yücel şaşırır. “Kızım, kâğıtlarınız birebir aynı” diyecek olur ancak feryat artar ve sınava beraber çalıştıklarını ve çok iyi ezber yaptıkları için yanıtlarının aynı olduğunu söylerler. Tahsin Yücel, şaşkınlığını çok güzel ifade ettiği yazının sonunda şu hükme varır: Salaklık sonsuzluktur!
Gerçekten, her özelliğimizin bir sınırı vardır. Aklımızın, başarımızın, yeteneklerimizin yetebilecekleri bir sınır vardır ancak salaklık konusunda her zaman kendi ötemize geçebilir, her zaman daha salak olabiliriz. Bununla ilgili çok etkileyici bir örnek 15 Temmuz darbe girişimi sonrası yapılan soruşturmalarda Genelkurmay Başkanının yaverliğini yapan kişinin savcıya verdiği ifadesinde geçmekteydi. Bağlı bulunduğu grup tarafından askeri sınavlarda başarılı olması için soruların kendisine verildiğini itiraf etmişti diğer birçok itirafıyla beraber. Diğer diyorum, ancak bu “diğer itiraf” kısmının içinde genelkurmay başkanını dinlemek, odasına dinleme cihazı yerleştirmek ve diğer bazı casusluk faaliyetleri vardı o dönem gazetelerde yazılanlardan hatırladığım kadarıyla. Bunları anlatan kişinin ifadesindeki şu bölüm ise Tahsin Yücel’i andırdı bana: “Aslında ben o sınavda (soruların kendisine verildiği sınav) kendim de başarılı olabilirdim. Başarılı bir öğrenciydim!” Yaşanan onca olay, ülkenin içine girdiği karmaşa, ölen ve yaralanan birçok insanımız ve alt üst olmuş bir genelkurmay başkanlığında, o casusluk işlerini yapan kişinin takıldığı nokta hayret vericiydi: Casusluk yapmayabilirdim veya iyi bir asker olabilirdim değil, o sınavda kendim de başarılı olabilirdim.
Sınavlar ülkemiz insanı için çok travmatik deneyimlerin başında geliyor. Yıllarca üzerinde konuşulan anadolu lisesi veya üniversite sınavları hakkında, ülkemizin imkanlarının artırılması veya iyi okulların artırılmasından fazla sınavların çocuklar üstünde nasıl travma etkisi olduğu konuşuldu. Sanki sınav bir canavardı; eğitim sistemi, sınavı dert edinen ebeveyn veya akran yarışma ortamı bir sorun değildi şu lanet olası sınavlar olmasa. Her şey o sınavlar yüzünden oluyordu. Bu nedenle mi bilinmez, sürekli olarak sınav sistemi değişiklikleri yapıldı ve konuşuldu. Sonuçta sınavlar öyle bir hale geldi ki artık tüm soruları yanıtlayamayanlar başarılı olamıyor neredeyse. Önceden mevcut olan eğitim sistemi sorunları daha katmerli hale geldi, ebeveyn baskısı normalleşti ve yarışma ortamı çılgın bir seviyeye geldi yapılan düzenlemelerden sonra. Sürekli olarak sınav sisteminin değişmesine hiç girmeyelim. Bu arada, o sınavlarla girilen okulların ne hale geldiğinden de hiç bahsetmeyelim. Geleneğe uyarak biz de sınavlardan konuşalım ama biraz şeytanın avukatlığını yapalım. Örneğin şu soruyu soralım: Soruların çalınması neden kötü bir şeydir?
Sabrederek yazımı okumuş ve buraya gelmişseniz, bu sorudan sonra bana da salak diyebilirsiniz. Lakin biraz düşünmenizi rica edeceğim. Soruların çalınması neden kötüdür? Misal, bir aşçı olduğunuzu düşünelim. Ülke çapında tanınan bir aşçısınız ve bazı çiftlikleri ziyaret ediyor ve kullanmak istediğiniz ürünlerini inceliyorsunuz. Amacınız taze ve düzgün sebze almak. Ziyaret ettiğiniz çiftliklerin niye geldiğinizi bilmemesi size ne kazandırır? Bilakis, olabildiğince bunu duyurur ve çiftçilerin ürünlerini size göstermenizi istersiniz. İyi bir ürün yetiştirmek, iyi ürün kriterlerinin bilinmemesiyle değil, bilakis bilinmesiyle sağlanabilir. Buna göre çiftçiler, daha üretim seviyesinde performanslarını düzeltme yolunda çaba harcar ve ürünü iyi değilse sizi yormaz bile. Bir futbol takımı için oyuncu arayan bir teknik direktör olduğunuzu varsayın. Nasıl bir oyuncu aradığınız gizler misiniz? Bilakis, olabildiğince duyurursunuz ki aracılar size ulaşsın ve aday sayınız artsın. O halde, sınav sorularının gizli olmasının ve sınavın bir olağanüstülüğü olmasının hikmeti nedir?
Yazıyı hala okuyorsanız salak olduğumdan hiçbir şüphenizin kalmadığını varsayıyorum. Ancak, biraz daha sabrederek düşünmenizi rica edeceğim. Çünkü amacım, ölçme ve değerlendirme sistemlerimiz ile ilgili temel bir sorunu ortaya koymak. Mevcut sınav sisteminde, sınavları gizli bir şekilde hazırlamaya özen gösteriyoruz çünkü öğrencilerin eşit koşullarda sınava girmelerini ve iyi çalışan öğrencinin sınav başarısıyla öne çıkabilmesini istiyoruz. Pekâlâ, iyi çalışıp daha fazla doğru yapabilmek ile sınavın gizli olmasının ne ilgisi var? İşte şimdi doğru soruyu sordunuz. Sorular gizli bir şekilde hazırlanıp, bu gizemli sınavın öğrenciler kopya çekmeden tamamlanabildiği durumda, en fazla doğru yanıtı bilen öğrenciler öne geçmektedir. Soru çalarak haksız kazanç sağlayan kişiler de bu amacı gütmektedirler. Lakin bu durumda çok çalışmak dediğiniz şey, doğru cevabı bilinen ezbere bilgiyi en fazla ezberleyen kişileri sınav sisteminde belirlediğinizi gösterir. Böyle bir sınavda ne tür bir başarıyı ölçebilirsiniz? Esas olarak hafıza başarısını veya çok kısıtlı seviyede kısa süre içinde bilişsel çıkarımlar veya hesaplamalar yapabilme başarısını. Bu tür bir becerinin, bırakın geleceğin dünyasını günümüz iş dünyasında kişiye hangi avantajları sağladığını düşünüyoruz? Örneğin anatomi atlasını ezbere bilen bir cerrah ne avantaj sağlar? Cerrahi başarısı artar diyorsanız yanılıyorsunuz çünkü sınavda anatomi atlasını ezberlemek ile ameliyat sırasında dokuları tanımlamak çok farklı şeylerdir. O halde, örneğimiz için, iyi bir cerrah yetiştirmek için gereken anatomi bilgisi, öğrencinin ezberlediği değil kullanabildiği bir anatomi bilgisi olmak zorundadır. Sorunumuz, bunu nasıl ölçeceğimiz olmalıdır. Ezberlenen bilgileri kimin daha iyi hatırladığını ölçen bir sınav sorularının çalınması bir suç değil topluma faydalı işler çerçevesinde değerlendirilmelidir. Sınavlar, sistematik bir şekilde parlak zihinlerimizi küntleştirmektedir. Bu sistemde başarılı olmanın ne anlamı olduğunu kendimize sormamız gerekiyor. Yanındaki öğrenciden daha fazla şey ezberlemiş olmanın o kişiye kazandıracağı fazla şey olduğunu sanmıyorum. Nitekim ülkemizde yapılan sınavlarda hatasız yapma özenindeki öğrencilerimiz uluslar arası ölçme yapan PISA sınavlarında ve birkaç yıl önce Milli Eğitim Bakanlığı’nın yaptığı ABİDE sınav ölçümünde kelimenin tam anlamıyla nal topladılar. Matematik ve fen bilimlerinde ve kendi dilinde okuduğunu anlama konusunda OECD ülkeleri arasında bulunduğumuz yer gelecek için hiç de güven vermiyor. Orta öğretim seviyesinde analitik düşüncede zayıf olan gençlerin ileride hangi başarılara sahip olabileceklerini öngörmek zor değil.
Sınav eğitimin bir parçası olarak düşünülmeli, ölçme ile hedeflenen bir seçim yapmak olduğu durumlarda seçim kriterine uygun bir değerlendirmeyi esas alacak sınavlar yapılmalıdır. Örneğin matematik ve fen bilimlerini önceleyen puanlarla girebildiğiniz bölümleri ele alalım. Tıp fakültesi veya makine mühendisliği istediğiniz durumlarda benzer bir soru takımını cevaplandırmak ve buna hazırlanan öğrencilerle yarışmak zorundasınız. Yani, makine mühendisi veya doktor olabilirsiniz aynı değerlendirme puanıyla. Sizce bu işte bir saçmalık yok mu? Mühendis olabilmeyi sağlayan fen bilgisi ile hekim olmayı sağlayan fen bilgisi aynı şeyler mi? Ben, bir cemaate bağlı olarak soruları aldığım ve iyi bir şekilde ezber yaptığımda nasıl doktor olabiliyorum? Eğer, seçim kriterini karşılayamıyorsam, girdiğim yerde de başarılı olamamam gerekmez mi? En azından yetersiz performans göstermem beklenmez mi? Bunun örneklerini düzgün yapılan sınavlarda görebilirsiniz. Her sınavın bir dışta kalan (outlier) kısım için yeterliliği tartışılabilir. O nedenle olacak, sınavı güç bela geçen öğrencilerin, girdikleri okullarda yeterince başarı gösterememeleriyle elenmeleri beklenebilir. Günümüz sisteminde, soruları ezberleyerek yapmakla önceden edinip yapmak arasında nasıl bir teknik farklılık var? Hangisi daha acıklı? Soruları çalalım demiyorum tabi ki ancak ezberleyerek ulaşılan şeye de başarı demeyelim eğer konumuz hafızlık veya bir metin ezberlemek değilse. Bu arada, sosyal bilimlerde gerekli ölçüm zorlukları ve bu alanlarda gereklilikler gibi sonsuz derinlikteki bir konuyu başlık seviyesinde bırakıp geçelim.
KPSS sınavında ise bir diğer mağduriyet devlet memurluğu kadrolarına bu şekilde haksızlıkla kişilerin yerleştirilmesi oldu. Birçok insanın iş bulmak için belki tek çaresi haline gelmiş olan bu sınavlarda yapılan her tür yolsuzluk sadece başarı ekseninde değil sosyoekonomik sistemle ilgili sorunları da gün yüzüne çıkarıyor. Ülkenin üniversite mezunlarının, milyonlara varan sayılarla devlet memurluğuna girmek için canhıraş bir çaba içinde olması ayrı bir trajediyi oluşturuyor. Ne yazık ki, bu gençlere çalışabilecekleri ortam sağlanamamış, iş hukuku ve iş güvencesi adaletli bir şekilde kurularak işletilememiş ve insanlar devlet güvencesine mecbur bırakılmış çok da iyi olmayan gelir beklentisine rağmen. Tablonun kendisi yeterince acıklıyken bir de burada yolsuzluk yapılması kitlesel bir işkence olarak algılandı haliyle. Hepimiz, kendimiz ve çocuklarımız için endişeliyiz. Sermayesi aklı ve emeği olan kişiler açısından ümit olan eğitim sayesinde sosyal basamakları tırmanmak hayal haline mi geliyor? İnsanca yaşamak için sosyal basamakları tırmanmak mı gerekiyor? Ülkenin ihtiyacı olan beyin gücünü ezberci insanlar yetiştirerek mi sağlayacağız? Bilgi üretme yarışında, yeterince bilgi üretememekten okuduğunu anlayamama noktasına gelmemizden neden hiç rahatsız değiliz? Soruları çaldırmasak ne olacak? Bu soruları hakkıyla yanıtlayamazsak, Tahsin Yücel’in öngördüğü gibi her gün daha salak olacağız!
 
Prof. Dr. Adil Polat
Ağustos 2022
Bağcılar, İstanbul

Yorumlar (0)