27.05.2022, 07:44

Martılara Simit Atan Akademisyenler

Şimdi Z-kuşağı dediğimiz gençlerin hiç tatmadığı bir vapur keyfi vardı İstanbul’un. Beşiktaş iskelesinde vapura binmeden büfeden aldığınız bir günlük gazete ve karikatür dergisini katlayıp, arasına daha berideki simitçiden aldığınız simidi sıkıştırıp kalabalık ile vapura binerdiniz. Havalar iyiyse dışarıda yer bulmayı umarak ve belki bir bardak çay ile simidinizi yerken biraz boğazı seyreder, biraz da gazete okurdunuz. O gazeteyi havalandırıp katlaması yok muydu hele rüzgârda, o zamanların bir terapisiydi sanki. Bir süre sonra simidimizi yerken vapura eşlik eden martılar ile göz göze geldiğimizde, küçük bir simit parçasını martılara atar, bu keyifli yoldaşlıkla kendimizi daha fazla şehre ait hissederdik.

İnternetin ne olduğunu bilmediğimiz ve literatür araması için “index medicus” adlı devasa kitaptan kodları alıp küçük çekmecelere başka kodlar bulmaya ve oradan da kütüphanede o dergileri çıkarıp fotokopiye verdiğimiz zamanlar vardı bir de. O yıllarda, belirli dergilere abone olmanın ve elimize postayla yollanmasının hayalini kurardık. Kitaplar zaten çok pahalıydı ve ortak kullanım veya ofsetler ulaşabilmenin tek yolu gibiydi. O dergilere yazı yollamak zamanı gelince, bugün e-posta ile günler içinde biten yazışmaların nasıl sürüncemede kaldığını bugünün gençleri kolayca tasavvur edemezler.

Çocukluğumdan beri bu tür nostaljileri hiç sevmem. Eskiyi değil ama yeniyi, geleceği ararım her daim. Nitekim, çocukken evimde devasa bir kütüphanem olmasını hayal eder ve kütüphaneye gitmeden o kadar çok kitaba ulaşabilmek için tek çare olarak hepsini alabilmeyi hayal ederdim. Neyse ki internet bizi büyük bir masraftan kurtardı. İhtisasa başladığım 2000 yılında, kalp ve damar cerrahisinin dünyaca tanınan saygın dergilerini evimden hiç çıkmadan okuyabiliyor ve her yeni sayıyı takip edebiliyordum. Paralı abonelik işine uyanmamıştı dergiler o zamanlar henüz..

O zamandan beri yayınlara erişimimiz ciddi oranda kolaylaştı. Ülkemizde yayınlanan birçok dergi uluslar arası indekslerde yer aldığı gibi, uluslar arası yayınlar da özellikle üniversitelerin erişim imkânlarıyla tüm araştırmacılar için kolay ulaşılır hale geldi. Son birkaç yıldır ULAKBİM öncülüğünde Sağlık Bakanlığına bağlı hastanelerde doktorların erişimine açılan “Clinical Key” ve “UptoDate” gibi siteler sayesinde birçok dergi ve kitaba evinizin rahatlığında ulaşabilmek, yazıları için zor zaman bulan akademisyenler için büyük bir kolaylık oldu. Artık hiçbirimiz basılı dergi okumuyoruz. Hatta doçentlik başvurularını bile internet üzerinden alıp jürilere internet üzerinden gönderiyor Üniversiteler Arası Kurul. 

Hal böyleyken, her sene üniversitelerde sergilenen trajikomik bir akademik teşvik süreci var ki, amacını anlamak kabil değil. Kendi yazdığınız yazıyı bile basılı görmediğiniz, atıflarınızı internet üzerindeki veri tabanlarından (Google Akademik, Web of Science, Researchgate, vb) takip edebildiğiniz bir dönemde, güya akademisyenleri araştırma yapmaya teşvik ve yayınların ödüllendirilmesi için “Akademik Teşvik Yönetmeliği” hükümlerine uygun olarak bir başvuru süreci başlıyor. Market alışverişi yapamayacağınız bir ödeme için,hallice (eğer yayın yapan biriyseniz) bir dosya hazırlamanız gerekiyor. Yazdığınız yazının bir çıktısı, basıldığı derginin hangi indekslerde olduğunu gösteren çıktılar, kitap bölümleri varsa onların çıktıları ve yayınevinin bilgilerini gösteren çıktılar, aldığınız atıfların makalelerinin çıktısı ve o makalelerin yayınlandığı dergilerin indekslerini gösteren çıktılar ve bu şeklide sonsuza kadar yazmaya devam edebileceğimiz saçma sapan bir sürü kâğıdı bir dosyaya koyup kurumdaki ilgili kurula veriyorsunuz. Hatırlatayım aklıma gelmişken; bu yayınlar hali hazırda YÖKSİS denen Yüksek Öğretim Kurumu’nun ilgili sisteminde kayıtlı olduğu için, bir de onun çıktısını veriyorsunuz. Sonuçta, hâlihazırda internet tabanlı sistemde kayıtlı her şeyi kâğıtlara basıp bir kurula veriyorsunuz. Onlar inceleyip başka kâğıtlara yazıyor ve bu kağıtları ve özetlerini bir üst kuruma gönderiyorlar. Bunların sonucunda, yukarıda bahsedilen sadaka mahiyetindeki ödeme hesabınıza geçiyor. Böylece, sene sonunda istatistik kurumunun kayıtlarında araştırmayı desteklemek için yapılan ödeme başlığında bir rakam görüyorsunuz. Şu kadar akademisyene ödenen akademik teşvik ödeneği diye…

Yayınların niteliğinin bir önemi olduğunu düşünüyorsanız hiç başvuru yapmamışsınız demektir. Bugüne kadar ülkemizde yazılmış en büyük damar tıbbı kitabı, YÖK tarafından kabul edilen yayınevlerinden birinden çıkmadığı için kabul edilmiyor. Ülkede herkes bu kitabı okuyor ama kime ne… Akademik teşvik için kimseye faydası olmuyor. Hiç okunmayan yazınızın yukarıda özetlenen çıktısı size bu şekilde fayda sağlıyor. Hiç okunmayacak kitapları yazmak için akademisyenlere e-posta yolluyor kimi yayınevleri. Belki akademik teşvik dosyalarında veya akademik başvurularda yer bulur diye. Bu tür kâğıt israfı yazılardan yeterince yazarsanız artık doçent de olabiliyorsunuz üstelik. Sadece karmaşık bir puantajı yapabiliyor olmanız yeterli. Bu arada ülkede tez danışmanlığı yapabilen doğru dürüst hoca bulabilir misiniz, yapılan yayınlardan ve çalışmalardan anlamlı bir bilgi üretebilir misiniz gibi gereksiz soruları sorup teşvik komisyonu çalışmalarını bozmayayım.

Günümüzün bilgi temelli toplumu, bilgiye ulaşabilmenin hayati hale geldiği bir ortamda şekilleniyor. Bu bilgi zincirine dâhil olabilmenin en önemli koşulu bilgi üretebilmek. Halimizi, bilgi üretmek değil bilgi hakkında konuşmak bile tanımlayamıyor maalesef. Ülkemiz akademisyenlerine getirilen düzenleme ile bir nostalji yaşanıyor sanki. Kendimizi Boğaz’da işleyen şehir hat vapurunda gazetemizi katlarken buluyoruz akademik teşvik dosyasını hazırlarken. Bilgi üretmekten ziyade martılara simit atmak peşindeyiz. 

Prof. Dr. Adil Polat

Mayıs 2022

Bağcılar, İstanbul

Yorumlar (2)
ALaÇayLı 2 yıl önce
Hocam sayenizde çok şeyler öğreniyorum teşekkürler
Akademisyen 2 yıl önce
Doğru ve acınası tespitler
Maalesef