04.02.2022, 16:55

Hocam Sen Daha İyi Bilirsin, Ama…

1970-71 yılları arasında Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde rektörlük yapmış olan Rahmetli Erdal İnönü, bir röportajında akademinin ülkemizdeki yerini çok güzel anlatmıştı. “Üniversite hocaları, ülkemizde çok iyi ağırlanır ve saygı gösterilir, başköşeye oturulur. Ancak, onlardan herhangi bir konuda çözüm üretmesi beklenmez” diyerek akademinin işlevsizliğini ortaya koymuştu. Aslında tek başına işlevsizlik değil, ama bilgi insanlarından beklenti olmaması, sorunlara bilgi temelli yaklaşmayışımızı vurgulamıştı bu sözleriyle.

Akademi, aslen tepedeki çayırlık demek. Atina’ya yakın mesafede Platon’un öğrencileriyle toplandığı ve bugün Akropolis’ten görülebilen bir tepedeki çimenlik. Akademinin ilk kuruluşundan itibaren bugüne miras kalan imgesel bazı özellikleri var. Öncelikle Platonun Akademi’yi günlük hayatın dışına taşıması dikkatimizi çekiyor. Günlük koşuşturmaların, telaşın ve genel geçer olanın gürültüsünden uzaklaşmak istiyor. Akla, akıl yürütmeye imkân vermek için uzağa, biraz yukarıya taşıyor sınıfını. Bu şekilde uzaktan, o koşuşturma hakkında daha nitelikli ve nesnel değerlendirme şansı bulunabiliyor. Bu şekilde, işleri bilmekten ziyade o işler hakkında düşünmek fırsatını yakalayabiliyor. Günümüzde, kurumsallaşmış olan “mevzular hakkında düşünme” işinin muhatabı akademi ve akademisyen. İşlerin yapılmasını sağlamak yerine daha iyi yapılması veya sorunlu kısımlarının çözülmesi işi akademisyenlere bırakılmış gibi görünüyor. Dolayısıyla, sanılanın aksine akademisyen, konusunda en fazla veya en iyi derecede o işi yapabilen olarak değil ancak o işin daha nitelikli hale gelmesiyle uğraşan ve sorunlarının çözümüne kafa yoran kişi olarak gözümüze çarpıyor. En azından teoride, akademisyenin görevi bu olmalı diye düşünüyoruz…

Burada kafa karıştıran iki nokta var. İlki, işlerin rutin olarak yapılmasıyla ilgilenmiyor olmak durumu nedeniyle akademisyenlerin o işlerin yapılmasıyla pek ilgili olmadıklarının farz edilmesidir. Sanki akademisyen o işi hiç yapmasa olur gibi sessiz bir anlaşma vardır. Nassim Nicholas Taleb, birçok ekonomistin veya finans uzmanının akademi dışında iş bulamayacaklarını çünkü doğru karar alamayacaklarını ifade ederken eski dönemlerden, Roma İmparatorluğu’ndan bir örnek verir. Roma’da, mühendisler bir köprü yaptıklarında inşa tamamlandıktan sonra ilk gece mühendisin ailesiyle beraber geceyi o köprünün altında geçirmesi beklenir ve kişinin yaptığı işe ne kadar güvendiği görülürdü. Günümüz danışmanları, danışma verdikleri konularda, verdikleri nasihate ne kadar inanır? “Akademik” olarak nitelendirilen düşünce ve eylemlerin günlük dildeki karşılığı, anlaşılmaz derecede karışık ve işe yaramaz olarak tevil edilebilir. Hâlbuki yukarıda tanımladığımız akademi kavramı, konu ettiği alanla ilgili sorun çözme ve iyileştirme görevini yerine getirebilmek için o konuda yetkin olmak zorundadır. Akademisyen yetkin olduğu konuda, günün hay huyundan kaçıp akademide o konu hakkında düşünüp yazan, kimi durumlarda yeni yaklaşımlar ve uygulamalar üreten kişidir.

Diğer kafa karıştırıcı olan ise, akademide çalışan kişilere, karar vericilerin herhangi bir şey danışmamalarıdır. Karar vericiler, sorunlu hallerde, alınacak kararların ne gibi sosyal maliyetleri olacağını öngörmeye çalışarak harekete geçmektedirler. Burada, işin gereği ve kamu yararı kavramlarının karar vermede yeri olmadığı görülecektir. Karar vericiler, ancak çok çözülemez gördükleri ve mümkünse sorumluluk yıkacak bir günah keçisi aradıklarında akademisyenlere dönmektedir. Burada bile, çözüm için davet edilen akademisyenler makul olanlardan seçilir muteber olanlar yerine.

O halde, kendisini alanında yetkin olarak yetiştirmemiş ve kendisinden bir çözüm beklenmeyen akademisyen nasıl konumlanmaktadır günümüzde. Erdal İnönü’nün dediği gibi gerek iktidar çevrelerince gerekse halk tarafından saygı gören akademisyen, hepimizin hayatında ancak bir “hoşluk” olarak bulunduğu sürece makbuldür. Arada, vaktimiz olduğunda onun anlaşılmaz konuşmasını dinlemek veya uzun uzun yazdığı şeyler içinden seçilmiş bir iki satırı okuyarak entelektüel ihtiyaçlarımızı karşılayabiliriz. Ancak, kendisinden beklenmeyen ve “haddi olmayan” konularla ilgili lakırdı etmeye kalkarsa vaziyet değişir. Esrik keyif yolculuğumuzun sakisi olmayı bırakan bu Dionysos rahibine haddini bildirmek ve onu layık olduğu sürgüne yollamak gerekir: Pan’ın yanına…

Akademisyenlerin bir kısmı bu sorunların farkında olmalarına rağmen sırça köşkleri içinde yaşamlarını devam ettirmekteler. Ancak, son yıllarda giderek artan araştırma süreçlerine ilgi ve pandemi ile yeni keşiflerin öneminin hatırlatılmasıyla gözler akademisyene çevrilmiştir. Akademisyen artık sırça köşkünde rahat oturamayacaktır. Ancak, karar vericiler de akademisyen ile ne yapacaklarına hala bir karar verebilmiş gibi görünmemektedirler. Üniversite kadrolarının şeffaf olmayan ve adrese teslim bir şekilde dağıtılması bunun en iyi kanıtıdır. Bilginin güç olduğu ve hatta yeni bazı finans türevleri vasıtasıyla (bitcoin, vb) bilginin para olduğu günümüzde bilgi tekeli akademisyene bırakılamayacak kadar önemlidir onlara göre.

Hocam, sen daha iyi bilirsin, ama…” diyerek bildiğimizi okuduğumuz dönemin sonuna geldik. Günümüz sorunları, plansız davranıp “katarın yolda düzülerek” çözüldüğü sorunlardan farklı olarak karmaşık ve çok değişkenli olduğu için bilginin etkin şekilde kullanılmasını ve multidisipliner çalışmayı şart koşmaktadır. Günü kurtarabilmek için dahi karmaşık istatistik hesaplamaların gerektiği günümüzde analitik düşünce bir mecburiyet olarak kendini dayatmaktadır. Günlük hesaplarla işin gereklerinden kaçınarak 21 yüzyılda ayakta kalmak mümkün olmayacaktır.

Prof. Dr. Adil Polat

Ocak 2022

Bağcılar

Yorumlar (1)
CaHiL 2 yıl önce
Hocam makaleleriniz zihnimi açıyor teşekkürler