09.12.2021, 14:59

Cerrahın Yalnızlığı

Aralık ayının altısı, pazartesi sabahı Bağcılar Eğitim ve Araştırma Hastanesi ameliyathanesi farklı bir haftaya başlangıç yapmak üzereydi. Ülke çapında birçok hastanede olduğu gibi hemşirelerin iş bırakma kararı nedeniyle planlanan ameliyatlar sabah saatlerinde yapılamayacaktı. Sendikaların aldığı kararla protesto edilen durum hekimlerin al(ama!)dıkları maaş artışına yönelikti. Her ne kadar sendikalar hekimleri protesto etmediklerini ifade ediyorlarsa da sosyal medya yorumları ve günlük tartışmalar hiç de bu minvalde değildi. Hekimler yine kendilerini ifade edememişler, bir anda günah keçisi ilan edilmişlerdi. Açıklamayı sendikalar tüm hemşireler (ve yardımcı diğer sağlık çalışanları) adına yapmış ancak fatura çalıştıkları ekibin halinden anlamayan (!) cerrahlara çıkmıştı.

Elbette cerrahlar her zaman yaptıkları gibi günü kurtarmaya çalıştılar. Ancak kendi dertlerini anlatmak yerine günlük ameliyatlarını yetiştirmeye çalışırken, biçare halleri yeni bir karikatür karesine malzeme olmaktan öteye geçemedi. Kaldı ki “biçare” sözcüğü bir Yahya Kemâl’in Sessiz Gemi şiirindeki gönülleri bir de Türk hekimlerini imlerken bu kadar isabetli kullanılabilirdi!

Hekimler rahatsız, özellikle de cerrahlar! Her konuştuklarında aldıkları tepkilerden dertlerini anlatamadıkları rahatça anlaşılıyor. Cerrah, gündemin içinde ve çağın karmaşasında üstüne düşen görevleri yerine getirmeye çalışırken, yerkürenin yükünü sırtlayan Atlas gibi ağırlığı sırtından bir an bile indiremiyor ve kendi derdiyle dertlenemiyor. Nedir cerrahların derdi? Yıllar önce Orhan Veli’nin dediği gibi bir şey mi?

Bilmem ki nasıl anlatsam;

Nasıl, nasıl, size derdimi!

Bir dert ki yürekler acısı,

Bir dert ki düşman başına.

Gönül yarası desem…

Değil!

Ekmek parası desem…

Değil!

Bir dert ki..

Dayanılır şey değil.

Cerrah yalnız mıdır? Neredeyse her zaman. Bunu gizlemek için sistematik bir yaklaşım söz konusudur. Cerraha yalnız olduğunu hissettirmemek üzere Baudrillard’ın AVM için bahsettiğine benzer bir gösteri ortaya konur. Efsane kitabı Simülasyon ve Simulakr’da Baudrillard, arabanıza dönene kadar AVM’nin yalnızlığınızı gizlediğini çok güzel anlatır. Cerrah, arabasıyla baş başa kaldığında bile yalnız olduğunun ayırdına varamayacağı bir oyunun figüranıdır. Ezkaza yalnız kaldığı anlarda ise, kendisini bir suareye davet ediyormuşçasına nazlı nazlı çalan telefon ile çağrıldığı ameliyat bir acil ihtiyaç tiyatrosundan başka bir şey değildir. Söylene söylene acil çağrıya cevap veren cerrah, yalnızlıktan kurtulduğu için yaşadığı mutluluğu her zaman gizleyemez. Kendi gitmese hiçbir şeyin gerçekleşemeyeceğini şikâyet eder bir tonda anlatırken içten içe ne kadar da mutludur!

Çağdaş cerrahi uygulamalarının başlangıcına, Londra’daki Eski Ameliyathane Müzesi’ne (Old Operating Theatre) doğru yapılacak bir gezinti günümüz cerrahi pratiğine ışık tutabilir. Küçük bir amfi şeklinde tasarlanmış, arkaya doğru yükselen yarım ay şeklinde yerleştirilmiş seyirci koltukları, merkezde yapılan işlemi izlemek için idealdir. Cerrah, o gün bir tiyatro sahnesinde oyuncu olmayı kabul etmiş, oyununu gönüllü olarak tek başına oynamaya mahkûm edilmiştir. Tek kişilik oyunun ideali olarak akla ilk Prometeus gelse de daha muhtemel örnek Faust gibi görünmektedir. Her cerrah bir yol ayrımına gelir profesyonel hayatının bir yerinde. Bu yol ayrımında bir tercih yapar. Belki başka kişiler de yaparlar benzer tercihleri, ancak cerrah bunu sahnede, tüm gözler üzerindeyken, bir oyun sergilemekteyken yapar. Bu oyunu sürdürmeye çalışırken yapar bu tercihi:

Kendimi bu aynada bu denli güzel görmekten gülüyorum

Aynı Faust gibi, cerrah (ve diğer birçok hekim) bilimsel yollarla ulaşamadığı bilgeliğe günümüzde sihirle ulaşmayı dener. Bundan sonra sıra Mephistopheles ile anlaşmaya gelecektir muhtemelen.

Hegel’in felsefesinde modern ile gelenekselin karşılaştırmasına güzel bir örnektir kılıç-tüfek ikilemi. Burada, hasmına doğrudan kılıç saplayan geleneksel bir savaşçıya karşılık, karşısındakine kişisel bir düşmanlık duymadan bir fikir (ide) doğrultusunda ateş eden modern dönem askeri vardır. Bu durum tikel bir bireyi hedef alan (kılıç saplayan asker) durumdan tümel (ateş eden) duruma bir dönüşümü ifade eder. Her ne kadar tümel tavır bir fikre doğruysa da ölen yine bir asker (tikel birey) olmaktadır. Cerrahın bir modern dönem figürü olarak Hegel’in sisteminde bir yeri olduğunu düşünülebilir. Geleneksel olarak hekim, aynı bir savaşçı gibi, hastayla doğrudan bir ilişki içinde sanatını icra etmekteydi. Doğrudan ilişki içinde olduğu hastaya temas eder, ona uyguladığı tedavinin sonuçlarını alarak onunla doğrudan bir ilişki içinde olurdu. Hâlbuki modern bir figür olarak cerrah hastayla doğrudan bir ilişkiyi reddeder. Hatta cerrahlar duygusal olmamakla övünür. İnsani bir özellik olan, ilişkilere içkin bir özellik olan duygunun varlığı cerrahlar tarafından reddedilir. Temas ettiği bir kişi değil bir fikir (ide) olmuştur aynı modern dönemin askeri gibi. Artık karşısında sancıdan muzdarip bir kişi değil tıkalı bir koroner arter, tümörlü bir organ, yetmezlik gösteren bir böbrek vardır ve buna karşı tümel bir yaklaşımla davranır. Günümüz cerrahını (ve diğer hekimlerini) yönlendiren kılavuzlar da bu tümel yaklaşımı kolaylaştırır. Artık cerrah bir kişiye (tikel) değil bir hastalığa (tümel) müdahale etmektedir. Bu nedenle, içinde yaşadığımız kaos ortamında artık onu tüme götürecek bir araç olarak istatistik yardımına yetişir. Felsefenin ve mantığın keskinliğinden olasılığın sonsuzluğuna savrulmuştur. Hipokrat’ın kendinden emin tavrından olasılıklar alanına savrulması egosunu yaralamış mıdır? Muhakkak! Farkında mıdır? Katiyen!

Cerrah ve askerin ortak bir kaderi paylaştığı profesyonel edimlerinde görülebilir. İyi bir asker savaş sanatında usta olan askerdir. Bu kişi, becerisini ancak savaş ortamında gösterebilir. En anlamlı savaş bile olsa (vatan savunması, vb) her savaş yıkım ve ölüm ile eş anlamlıdır. Mutlu bir savaş yoktur. Zaferlerin kutlanması ise savaşın bitmesiyle ilişkilidir büyük oranda. İnsanlar haklı oldukları veya haksızlıklarından kurtuldukları için sevinir. Savaşta karşı tarafı nasıl yetkin bir şekilde öldürdüğü veya karşı tarafa nasıl yıkım getirdiğiyle övünen kimseyi kolayca bulamazsınız. İyi bir komutan savaşmadan çözüm bulan kişidir der Sun-Tsu “Savaş Sanatı” adlı eserinde. Savaşmamayı başarabilen ve bu şekilde yıkımı önleyen, çözümler sunan asker ise becerilerini sergileyememiş olacaktır. Dolayısıyla, toplum askere ihtiyaç duysa bile onun becerilerini sergilemesini aslında hiç istemez. İlgi duyduğu alanda görev yapan (ideal koşuldan bahsedersek) asker ise becerilerini sergileyemeyecektir bu bahsedilen başarı ortamında. Askerin ikilemi acıklıdır. Becerilerini sergileyerek profesyonel anlamda kendini gerçekleştirerek etrafa yıkım getirmek veya becerilerini sergilemekten kendini alıkoyarak (ve dolayısıyla profesyonel var oluştan) topluma kazanç sağlamak. Cerrah da benzer bir deneyim yaşar. Herhangi bir cerrahi müdahale gerekliliği hasta için çok yıkıcı bir bilgidir. Hasta, ameliyat olmamak için elinden geleni yapmaya hazırdır. Ameliyat etmeden çözüm sunabilen veya operasyonu daha basitçe halledebilen bir cerrah ne kadar sevimlidir! Hâlbuki cerrahın kendini gösterebilmesi ve profesyonel bir mutluluk olan cerrahi becerilerini ortaya koyabilmesi ancak ameliyatlar sayesinde olur. Dolayısıyla çözümsüz bir ikilem cerrahı sıkıştırır; insanları mutlu edip ameliyatları (cerrahi çözümü) sınırlamak ve bu şekilde profesyonel var oluştan mahrum kalmak ile cerrahi çözümü önceleyerek insanlar üzerinde dehşet yaratırken kendini tam olarak gerçekleştirmek. İnsanlara dehşet saçan bir figür olmanın cerrahın yalnızlığına etkisi hayli fazla olacaktır.

Cerrahın trajedisi nedir? Yalnızlığı değildir onu trajik kılan. Bu yalnızlığın farkında olmayışı, her çabasında bu yalnızlığı derinleştirmesi ve derinleştikçe daha fazla çabalamasıdır. Susadıkça deniz suyu içen bir gafil gibidir. Her edimi onu daha da yalnızlaştırır. Yalnızlaştıkça uyumsuzlaşır, uyumsuzlaştıkça uzaklaşır izleyicisinden. Sahnede olmaktan mutluymuş gibi yapar. Yardıma çağıracağı kimse olmadığı gibi yardıma ihtiyacı olduğunun farkında değildir. Bakınca gördüğü kalabalık yalnızlık duygusununayırdına varmaktan onu uzaklaştırır. Sahnede oyun devam ettiği sürece yalnız olmadığı yanılgısıyla avunabilir.

Yalnızlık kötü müdür? Burada yalnızlık ve tek başınalık ikilemine girip kaybolma riskini almak zorundayız. Tek başınalık, her hakikat yolcusunun talip olduğu durumdur. Hakikat yolcuları, tek başınalığın imkânlarına ihtiyaç duydukları için tercih ederler bu hâl’i. Hâlbuki yalnızlık tercih edilen bir durum değildir. Yalnızlık, tek başına olmak değildir. Yalnızlık, biçare olduğunuz bir mahkûmiyettir. Başlangıçta dediğimiz gibi, cerrah asla tek başına değildir. Aksine, tek başına olmaktan en uzak kişilerden biridir. 16 Haziran günü kaybolan Leopold Bloom gibidir. Aynı Bloom gibi, kaybolduğunun farkında değildir. Hâlbuki Antik Çağ’da, Odysseus kaybolduğunun farkındaydı. Bu farkındalıkla yolunu bulmaya çalışıyordu. Oysa Bloom böyle bir çaba içinde değildir.

Cerrahın yalnızlığından korkar mıyız? Muhtemelen evet. Herhangi bir kitap satış sitesine girip arama kutusuna “cerrah” yazarsanız, adında ya da alt başlığında “Cerrah” geçen birkaç tane roman karşınıza çıkacaktır. Bu romanların ekseriyetle cinayet romanı olması sizi şaşırtmamalı. Şaşırıyorsanız “cerrah” dendiğinde toplum zihninde neler oluştuğunu anlamıyorsunuz demektir. Cerrah neden yalnızdır? Nerede yalnızdır? Eğitimde, pratikte, davalarda, duygu dünyasında…

1. Eğitimde: Eğitim alırken yalnızdır cerrah. Karmaşık bir bilgi ve beceri gerekliliğini tamamlayan cerrahi asistanı, bu karmaşayı çözmeye çalışırken tek başınadır. Mentorluk veya yol göstericilik imkânlarından çoğunlukla bihaber, bir biçimde böylesi desteklere ulaştığında ise bunları elinin tersiyle itecek kadar kaybolmuştur.

2. Cerrahi pratiğinde: Modern dünyada birçok profesyonel, günlük pratiğinde benzer bir yalnızlıktan söz edebilir. Özellikle çalışanların kalan birkaç haklarını da kaybedip prekarya haline geldikleri çağdaş dünyada yalnızlaşmayan bir meslek grubu bulmak çok zordur. Cerrahın yalnızlığı işinin niteliğiyle pekişmektedir. Giderek artan ve genişleyen evrensel bilgi dağarcığı nedeniyle, cerrahi pratiği üst düzey bilgiye ve gelişen teknolojiyle karmalıklaşan beceri setine ihtiyaç duymaktadır. Zanaat tanrısı Hephasitos’un yaşadığı seyirci takdirinden bile mahrum kalması, bu karmaşıklıkla açıklanabilir. Cerrah, becerisini anlatamamakta, anlatabildiği zamanlarda ise dar bir profesyonel çevre dışında anlayışlı bir izleyici bulamamaktadır.

3. Adalet karşısında: Günümüz tıp profesyoneli mahkeme salonlarının olağan şüphelilerinden biridir. Görme yetisini kaybeden kritik durumdaki prematüre bebeğin hayatta kalabilmesi kutlanmadığı (bu zaten ulaşılması gereken bir zorunluluk haline gelmiştir) gibi görme yetisi kaybı nedeniyle tazminata mahkûm edilir. İstatistik dersinde sıkılarak okuduğunuz “yanlış negatif” kavramı Down Sendromu teşhisini kaçıran kadın doğum hekimini sanık haline sokar. Hekim, kişisel hata ve tıbbi kötü uygulamalar bir yana, her müdahalesinde savcıya ifade verebileceğini aklına getirmek zorunda olduğunu anlaşmıştır artık. Üstelik ifade vereceği savcı veya hâkim, onu, mecbur olduğu koşullardan bile sorumlu tutar görünecektir. Mahkeme salonunda, sanık sandalyesinde anlayışlı bir yüz aramak boşunadır. “Önce Allah sonra sen” halinden düştüğü yer ne kadar acıklıdır ve ne yazık ki burada ona anlayış gösterecek kimseler yoktur.

4. Duygu dünyasında: Cerrahi eğitimde tanıştığı yalnızlıkla günlük pratiğinde iyice hemhal olan ve karşı konulamayan yazgının sarsıcı fırtınalarında yalnızlığı pekişen cerrahın duygu dünyasını tahayyül etmek çok zor olmayacaktır. Cerrahi başarısını her şey için yeterli ve yetkin olmak olarak tefsir eden cerrahın duygu dünyası onu, nihayetinde kaldıramayacağı sorumluluklar altında ezerken, yalnızlıktan şikâyet etmeye fırsat bulamaz. Her şeye yetebilen cerrah, sadece kendine yetememektedir ve ne hazindir ki bunun da farkında değildir. Zaten, kendinin ne zaman farkında olabilmiştir ki?

Tıp pratiğinin son dönem moda kavramlarından biri multidisipliner yaklaşımdır. Burada, bir hastayla ilgili farklı disiplinlerin bir arada ortak amaca yönelik beraber çalışması anlatılmak istenir. Teoride harikulade bir kavramdır ve Henry James’in ‘konsültasyona nasıl gitmeli’ sorusuna verdiği yanıtın vücut bulmuş, kurumsallaşmış hali gibidir. Gerçekte nasıl oluyor? Acaba, bu kadar yalnızlıktan sonra ekibin herhangi bir parçası olmak cerrahın yetenekleri arasında yer alabilecek midir? Yıllarca yalnız kaldıktan sonra herhangi biriyle yan yana olabilecek midir? Burada, gerçekten bir birliktelik var mıdır? Multidisipliner yaklaşım denen kavrama bir birliktelik simülasyonu olarak bakarsanız yoktur. Bir aradaymışız gibi yaparız. Beraber çalışıyormuşuz gibi yaparız. Aynı amaca hizmet ediyormuşuz gibi yaparız.

Modern zamanın bir ürünü olan romanın ilk kahraman prototipi Don Kişot olarak bilinir. Roman kahramanının birincil özelliği çevresine yabancılaşmış olmasıdır. Don Kişot, etrafındakilerin muhalefetine rağmen şövalyelik ruhunu yaşayabilmek için Rosinante üzerinde maceralara atılır. Trajedisini, yel değirmenlerine karşı giriştiği mücadele kadar güzel özetleyen bir sahne daha yoktur. Cerrahın trajedisi, bu yabancılaşmayı başarısına paralel olarak derinleştirerek yaşamasında ve sonuçta ulaştığı yalnızlığın farkında olmayışındadır. Günümüz cerrahı teknolojik imkânların çeşitliliği ve yönetmek zorunda olduğu büyük miktarda bilgi karşısında Don Kişot’tan ne kadar farklıdır ki? Yaşarken yalnız ve biçare olan cerrahın ölümüne üzülüyoruz. Protestolarımızla cerrahları sıkıştırıyoruz. Edebi öfkemizi cerrahlara kusuyoruz. Sıkıştığımızda ondan yardım istiyoruz. Ancak ona bir faydamız dokunamıyor…

Prof. Dr. Adil Polat

Aralık 2021

Bağcılar, İstanbul

Yorumlar (0)